7 Şubat 2008 Perşembe

SEVİNÇ VE HÜZÜN

Sevinci kapıştılar taşımayı bilmeden,
Şimdi bilen yok, nerede oturuyor.
Köyün delisi
Hüzün, yalnız kaldı yollarda
Adam-adam, sınıyor, arıyor yoldaşını..
Kıskandıran özlemi, yüzünden okunuyor.
Görünüp siliniyor o günden beri.
Sevinç bin an gözlerde, dudaklarda.
Yerini sevgilisi Hüzün'e bırakıyor.
Sevinç'se, uzaklarda hep uzaklarda..
Şöyle bir görünüyor, hemencecik uçuyor.
İşte o günden beri gözlerde, dudaklarda
Hüzün, aramaktadır, yitik yavuklusunu.
O günden beri Sevinç yerinde durmaz
Ve kişiliğini ararken uzaklarda
O günden beri kimliksiz hüzün olmaz...

Özdemir ASAF

GERÇEKTEN SEVMEK

O durmadan kaçıyor;
Sen ardından gitmiyorsan;
O günün her saatinde saklanıyor,
Sen yollara düşüp deli divane aramıyorsan;
O sana acıların en büyüğünü tattırıyor,
Sen bundan en yüce hazzı duymuyorsan;
Boşuna aldatma kendini,
Onu sevmiyorsun demektir.
Elindeki içki kadehinde,

Dudağındaki sigarada ,
Okuduğun kitapta,
Mırıldandığın şarkıda,
Söylediğin şiirde,
Gördüğün rüyada
Ve yaşaman icin
Ciğerlerine doldurduğun havada
O yoksa;
Onun vazgeçilmezliğini anlamamışsan;
Onu sevmiyorsun demektir.
Renkler onunla değerlenmiyorsa,

Örneğin; onsuz kırmızı kırmızılığının,
Mavi maviliğinin farkında değilse,
Beyaz yalnız o giydiği zaman
Güzelliğini haykırmıyorsa,
Sabahları onu görünceye kadar
Güneş doğmuyorsa
Ve onsuz gökyüzü geceleri
Aya, yıldızlara hasret değilse
Onu sevmiyorsun demektir.
Sokakta gördüğün her yüzde
Ondan birşeyler aramıyorsan,
Güzel bir manzara,
Hüzünlü bir musiki onu hatırlatmıyorsa,
Uykudan uyandığın zaman
Yaşamakta olduğundan önce
Onu hatırlamıyorsan,
Omuzlarına dökülmüş saçları,
Bir sis perdesinin ardında
Her zaman gülen,
Işık sacan gözleri
Aklına gelmiyorsa,
Durup durup avuçlarının
Sıcaklığını özlemiyorsan;
Onu sevmiyorsun demektir.
Dünyada yaşıyan öteki insanların
Senin için hâlâ bir değeri varsa ,
Ona karşı tutumunu
Toplumun köhne ve manasız
Kurallarına göre ayarlıyorsan
Ve açık açık
Sanki var olduğunu haykırırcasına
Sevgini söylemiyorsan;
Onu sevmiyorsun demektir.
Yok o senin icin
Herşeyden değerliyse,
Gözünü yumduğun anda
Onu görebiliyorsan,
O bütün şarkılarda
, Bütün şiirlerde,
Bütün resimlerde ise,
Ona muhtaç olduğunu
Söylemekten utanmıyorsan,
Senin içten ve büyük sevgine
Karşılık vermiyeceğinden
Korkmuyorsan,
Bütün bencil duygularından
Sıyrılabilmişsen
Onun için herşeyi,
Ama herşeyi yapacak gücü
Kendinde buluyorsan,
Her hali sana
Ayrı ayrı güzel geliyorsa,
Karşıisında kendini
Bir çocuk gibi hissediyorsan,
İstediği anda onun için
Ölebileceksen,
Onun için yaşıyorsan
Ve yine onun için
Bildiğin bilmediğin
Bütün düşmanlıklara
Karşı koyabileceksen,
O her geçen dakika
Sende biraz daha büyüyorsa
Ve kendi kendine bile
Çok sevdiğini bütün
Samimiyetinle,
İnanmışlığınla
İtiraf edebiliyorsan,
Bir gün o seni hiç,
Ama hic sevmediğini söylese bile ,
Senin sevginde azalma olmayacaksa
Ve ölünceye kadar onu aşkların
En olumsuzu ile sevebileceksen;
İşte o zaman
Onu seviyorsun demektir.
O sana sevmeyi,

Gercek aşkı öğretti.
Sen onu hep sevecek
Ve sevilmenin mutluluğunu tattıracaksın.
O , hiç sen olmasan bile,

Seni bir parça sevmese bile....

Ümit Yaşar OĞUZCAN

AĞIT

En sevdiğin elbisemi giydim bu gece
Kokunu sürdüm, solgun yüzünü okşadım
Sessizce saçlarından öptüm.
Yazdığın mektupları okudum, kana kana su içer gibi
Plâklarını çaldım.
Ah! En çok o şarkıda özledim seni...
Issızlık kapıyı çaldı,

Açmaya korktum gece yarısı.
Şehir uykuya daldı,
Baktım dışarıya; katran karası.
Rüzgâr telaşla kokunu getirdi bana
Aldım koynuma.
Buseni hafızamdan koparıp iliştirdim dudaklarıma
Üşüdüm karanlıkta.
Tenine dokundum beni hissetsin diye
Ellerimi tut, ısıt diye.
Aç gözlerini...
Erguvanlarına su verdim

İçerken benimle konuştular
Yastığını okşadım, kokladım
Anılar uçuştular.
Soluğun saçlarımı yaladı, sanki bir meltem gibi
Teninin kokusu karıştı kokuma.
Yakıştılar...
Boğuldum karanlıkta.

Yanı başımdasın benden çok uzaklarda
Ellerimi tut, dokun bana
Aç gözlerini...
Attım kendimi caddelere,yeşil ceketin sardı beni.

Yürüdüm üstüne karanlığın, korkusuz.
Tuttum elini...

Can Dündar

KİTAP YORUMU

Bugün Arda'm ve babası jetonlu arabalara binerken ben de fırsattan istifade bir kitabevinde kitapları inceliyordum. Üstün Dökmen'in bir kitabını buldum ve sayfalarını karıştırdım. Kendisi zaten ilgimi çeken bir yazar, doktor, eğitmen ,vs. olduğu için kitapta yazdıkları da çok ilginçti. Özellikle biz anneleri ilgilendiren birkaç şeyi paylaşmak istedim.

Bir bölümünde şöyle diyordu : " Arabayı fazla gaz, çocuğu fazla laf boğar "

Çalışmayan bir arabanın gaz pedalına sürekli basarsanız arabayı boğarsanız. Bunu yapmayacağınız için kaputu açıp motora bir bakarsınız gerekirse tamirci çağırırsınız. O halde çocuğunuza ders çalışmayacağını bile bile neden sürekli " dersini çalış, dersini çalış " diyorsunuz.

Tren yolunun yakınındaki bir eve taşınan insanlar önce her tren geçişinde zıplarlar, trenin sesine adapte olurlar, rüyalarına girer, rahatsız olup tepki verirler. Ama bir süre sonra tren sesine hiç aldırış etmemeye , duymamaya, tren haricindeki diğer sesleri ( kapı zili gibi ) algılamaya başlarlar sadece. Yani bilinçaltında trenin sesine kapatırlar kendilerini. Çocuklar da böyledir. Aynı şeyi defalarca söylersiniz her gün söylersiniz ama bir süre sonra hiç bir işe yaramadığını görürsünüz. Ders çalış, dik dur , yapma ,vb. sürekli tekrarlanan sözlere kendilerini kapatırlar ve duyumsamazlar.

Bu kitabı almayı düşünüyorum , umarım çözümleri de kitabın ilerki bölümlerinde mevcuttur.

Sibel Öztürk
Şubat 2008





6 Şubat 2008 Çarşamba

TERCİH MESELESİ

Kişiler yaptıkları tercihlere göre yaşarlar. Bu tercihlerden de kimse kimseyi sorumlu tutup yargılayamaz. Çünkü kişi kendinden sorumludur. Yaptığımız tercihlerde bazı şeylerden fedakarlık etmemiz gerekebilir. Edersin veya etmezsin.. Gene bu senin seçimindir.

Ancak yaptığın seçimde mutlu olacağına inanıyorsan ve mutluysan o zaman fedakarlık yapmaktan kaçınmayacaksın. Şartlar neyi gerektiriyorsa onu yapacaksın. Çünkü bu senin hayatın . Oyunu kuralına göre oynarsan o zaman mutlu olabilirsin.

Tercihlerimiz zaman zaman bize yanıldığımızı da gösterebilir. Hata yaptığımızı, yanlış karar verdiğimizi...... Bu da hayat tecrübesi dedikleri şeydir. Yapılan hatalardan ders almak, bazı şeyleri unutmamak ( kin tutmak değil yalnız ) bunları tekrarlamamak.

Ama hayat bir deneme yanılma olgusu değildir. Bunu da göz ardı etmeden tercihlerimizin bizi yanıltmaması dileği ile.....


Sibel Öztürk
Şubat 2008

KALP YARASI

İkiyüzlülükmüş, yalancılıkmış, riyakarlıkmış bu devirde prim yapan. Menfaatin bittiği yerde herşey ama herşey bitiyormuş maalesef.

Bir tokat gibi patlatıyorlar yüzüne, bir balyoz gibi indiriyorlar üstüne tüm bu gerçekleri. Herşeyin yalan olduğunu, duyguların,hislerin, samimiyetin , içini döküp paylaşmanın yalan olduğunu öğretiyorlar sana.

“ Hayatın dikenli yolları “ dedikleri bu olsa gerek. Hayatın dikenli bir gül bahçesi olduğunu öğrenmek bu olsa gerek. Hayat, çok güzel bir gül gibi. Ama çok da can acıtıyor dikenin gülü gibi. Bir gülü sevmenin bedeli var. Eline batan dikenin acısı bir süre geçmez. Bir süre sancır, biraz şişer, biraz kanar. Dikenin yukarısında çok güzel bir gül vardır ama onu sevmek için bu acıya katlanmak zorundasındır. Kiminin parmağını çok acıtır , kanatır, kiminin az.... Ama yine de acıtır.

Gül kandırır seni, uzaktan çok güzel ihtişamlı görünür. Kokusu cezbeder, renkleri gözünü alır.Dalında daha güzel orada kalsın istersin ama kuş cıvıltıları ve yeşillikler arasında buram buram yayılan kokusuna, kat kat kadife renklerine doğru çeker seni. Ve sen de onun senin olmasını istersin. Dalından kopartır alırsın ama dikenlerini batırır ve kanatır seni. Aldatmıştır işte. İkiyüzlülük yapmıştır sana, kandırmış yalan söylemiştir.

İşte hayat da tıpkı böyle. Kandırırlar seni. Cezbederler, vaatler verirler, dostmuş gibi davranırlar. Ama bu sefer kanayan yüreğindir maalesef.


Keşke kalbimizi de parmağımız gibi sarabilsek acısını dindirebilsek.

Kimbilir hayat bir gün belki bunu da öğretir bize.


Sibel Öztürk
Şubat 2008

BEN PAYLACO OLMAK İSTOM











MUTFAKTA BİRİ Mİ VAR ????

MERİÇ VE BEN

LEYDİ'NİN MARİFETLERİ

TİYATRO GEZİSİ 2

Ben bugün annem, ecişim, Suzan teyzem ve
arkadaşım Meriç'le tiyatroya gittim. Alice Harikalar ülkesinde. Meriç'in ilk tiyatro macerasıydı. Benim ikinci çok eğlendim. Gelince de babama neler gördüğümü tek tek anlattım. Bu tiyatro çok keyifli bişey ya.

5 Şubat 2008 Salı

HAFTALIK MÖNÜMÜZ ( 04.02.2008 )

Pazartesi : Yoğurt Çorbası
Salı Yeşil Mercimek
Zeytinyağlı Biber Dolması
Muzlu Puding

Çarşamba : Izgara Balık
Salata

Perşembe : Tarhana Çorbası
İzmir Köfte
Makarna
İrmik Tatlısı

Cuma : Mercimek Çorba
İzmir Köfte, patates kızartma
Makarna



ÖRGÜLERİM VAAAAAARRRRR














































CAN'LARIMIN DÜNÜ VE BUGUNU

DÜN 2005
BUGÜN 2008

3 Şubat 2008 Pazar

BAKMAK VE GÖRMEK

ıleri derecede hasta iki adam ayni hastane odasindaydilar. Adamlardan birinin her ogleden sonra 1 saatligine oturmasina izin veriliyordu, cigerlerindeki suyun suzulmesi icin. Bu hastanin yatagi odadaki tek pencerenin tam yanindaydi. Diger hasta ise hep sirtustu yatmak zorundaydi. Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konusur, eslerini, ailelerini, evlerini, islerini, askerlik anilarini, tatilde gittikleri yerleri anlatirlardi birbirlerine.

Pencerenin yanindaki hasta, her ogleden sonra oturmasina izin verdikleri saati diger hastaya pencereden gorebildiklerini anlatarak geciriyordu. diger hasta hep bir sonraki gunu iple cekmeye basladi, disaridaki renkli ve hareketli dunyayi dinlemek icin. Pencere, icinde cok guzel bir göl olan parka bakiyordu. Ördekler ve kugular gölde yuzerken çocuklar model bot'larini suda yuzduruyorlardi. Genc asiklar, gokkusaginin tum renklerindeki ciceklerin arasinda kol kola dolasiyorlardi. Ulu agaclar etrafi susluyor, uzaktan sehrin silueti gorunebiliyordu. Pencere kenarindaki adam bunlari muhtesem bir detayla anlatirken, odanin diger ucunda yatan adam gozlerini kapar ve bu muhtesem manzarayi hayalinde canlandirirdi. Sicak bir ogleden sonra, pencerenin yanindaki adam gecmekte olan bir senlik alayini tarif etti. Diger adam bando seslerini duyamasa bile hayalinde canlandirabiliyordu, pencere kenarindaki adamin tasviriyle. Gunler ve haftalar gecti.

Bir sabah banyo yaptirmak icin su getiren gunduzcu hemsire pencere kenarinda yatan hastanin cansiz bedeniniyle karsilasti: uykusunda, huzur icinde olmustu. Huzunlendi, hastane gorevlilerini cesedi disari tasimalari icin cagirdi. Uygun zaman gectigine kanaat getirir getirmez, diger hasta pencerenin Kenarindaki yataga tasinmasinin mumkun olup olamayacagini sordu. Hemsire Memnuniyetle istegini yerine getirdi, hastanin rahat oldugundan emin Olduktan sonra onu yalniz birakti. Yavasca, duydugu aciya aldirmadan, bir dirsegine yaslanarak disaridaki dunyaya bakmak uzere yatagindan dogruldu adam. Sonunda, disariyi kendi gozleriyle gorme zevkini yasayabilecekti. Pencereden disari bakabilmek icin yavasca donmeye zorladi kendisini. Pencere, bos bir duvara bakiyordu. Adam hemsireye, vefat eden oda arkadasinin pencerenin disinda gorunen Harika seylerden bahsetmesine sebep olan seyin ne olabilecegini sordu. Hemsirenin cevabi, olen adamin kor oldugu ve pencerenin onundeki duvari gormedigiydi. 'Sanirim seni cesaretlendirmek istedi' dedi.

Bu emsalsiz öyküyü, O. Hanry'nin yazdigi dusunuluyor... Epilog: Diger insanlari mutlu etmek ok buyuk mutluluk getirir, Kendi durumunuz ne olursa olsun. Paylasilan dertler yarisi kadar uzuntu verir, paylasilan mutluluklar ise İki kati artar. Kendinizi zengin hissetmek istiyorsaniz, sahip oldugunuz ve paranin satin alamayacagi her seyi paylasin çünkü bu gun bize bir hediyedir...